Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

26 Aralık 2010 Pazar

3. Köprü Acaba Kimlerin Cebini Dolduracak Bir Doğa Katliamıdır?

Bugün çok anlamlı bir miting vardı. Kadıköy'de buluşan çeşitli sivil toplüm örgütleri mensupları, 3. köprünün kentin ulaşım sorununa çözüm getirmeyeceğini, beraberinde betonlaşmayı ve 4. köprüyü de getireceğini belirttiler. Tabi bunun da ardında neler var, tartışmak, düşünmek lazım...
  • Köprü güzergahı Garipçe ve Poyraz mevkisinde. Bu güzergahların adı geçmeye başlandığı andan itibaren bu araziler üzerine villalar, siteler kurma hayalleri de planlı programlı hayata geçirilmeye başlandı. Bu arazilerin sahipleri çok şanslılar değil mi? Bu arada belediyenin hesabına tüm bu inşaatlar için, yaklaşık 75 milyon luk bir harç parası yatması bekleniyor...
  • Yeşiller Partisi diyor ki : “Trafik için yapılıyorsa, trafiğe çözüm olmayacağını uzmanlar söylüyor. Başka birileri için yapılıyorsa neden İstanbullulara sorulmuyor? 1. ve 2. köprü trafiğinin yükü azaltılacaksa neden Marmaray beklenmiyor? Marmaray’ın fizibilite raporunda ‘Marmaray’dan sonra üçüncü köprüye gerek olmayacağı’ yazılı. Üçüncü köprüyle yanındaki köyler birden bire şehre dönüşecek. İkinci bir İstanbul yaratılacak. Karayolu bağımlılığı daha da artacak. Elimize geçen ilk resmi belgeyle yargıya gideceğiz.” Kolay gelsin...
  • Orman Bakanlığı için hazırlanan resmî bir rapora göre 3. köprü projesi kapsamında İstanbul'da kesilen ve kesilecek toplam ağaç sayısı 2,5 milyonun üzerinde. Kesilmeyi bekleyen ağaç sayısı 1,6 milyon. Yok olacak toplam ormanlık alan 16 milyon metrekare. Belirlenen güzergah, Kuzey Boğaziçi Önemli Bitki Alanı’nın ve Önemli Kuş Alanı’nın içinden geçiyor. Ekteki linkte WWF'nin açıklamalarını bulabilirsiniz :
http://www.wwf.org.tr/page.php?ID=302
  • 3. köprünün maliyeti 6 milyar dolar. Şimdiden ödemeye başladık galiba, akaryakıta gelen zamlara bakılırsa...
Öyle ya da böyle bu köprü açılacak gibi, herkese hayırlı olsun mu denmeli, geçmiş olsun mu? Ben çoktan karar verdim kendimce ne denilmesi gerektiğine, siz ne düşünüyorsunuz?

Selamlar

25 Aralık 2010 Cumartesi

Durmak Yok, Yemeğe Devam...

Nasıl bir düzense artık bu, son olarak RTE'nin kardeşi Mustafa Erdoğan'ın yakın arkadaşı Cemil Kazancı’ya, BOTAŞ’ta yapılan 3 milyar dolarlık doğalgaz kontrat devri ihalesine girmeden, kurumdan doğalgaz kontratı devredildiği öne sürüldü. Hayrını görsünler, yetmez ama devam...

Benzer haberleri ararken, Türk Büro Sen tarafından yayınlanmış olan AKP yanlısı / tanıdık / eş,dost, akraba sıfatlı yandaşların nerelerde göreve atandıklarına dair bir rapora rastladım. Çok yeni, 10 Aralık 2010 tarihli bir rapor. Linkini vereceğim. Küçücük bir özet :

AKP döneminde, devlet hiyerarşisini hiçe sayan çalışma barışını bozan kamuda 400 bine yakın atama yapılarak siyasi iradeye yakın olanlar üst düzey görevlerde istihdam edilmiştir. AKP 2002–2006 Tarihlerinde 4316 kişiyi üçlü kararname ve Bakanlar Kurulu Kararı ile atayarak ilk iktidar döneminde kadrolaşmasını büyük oranda tamamlamıştır. Belirtilen dönemde;
26 müsteşar
112 Müsteşar Yardımcısı
243 Genel Müdür
480 Genel Müdür Yardımcısı
1175 Daire Başkanı
1299 il müdürü atanarak günde ortalama üç bürokrat atanmıştır.

Bu atamaların tamamı incelendiğinde; üst düzey devlet görevlilerinin %95’i görevden alınmış ya da yerleri değiştirilmiştir. Yıllarca devlete hizmet etmiş emeklilik hakkı kazanmış kamu görevlileri iradeleri dışında emekli olmaya zorlanmakta, bu konuda direnç gösterenler ise; aileleri ve çocuklarından uzak yerlere atanmaktadırlar.

Yargıtay’da sıra bekleyen 1 milyon 600 bin dosyanın yaklaşık 400 bini hakkını arayan kamu çalışanı vardır. İdari davalara bakan Danıştay’da bekleyen 343 bin 532 dosyanın büyük çoğunluğu haksızlığa uğrayan memurlarla ilgilidir.

Neler oluyor farkında mısınız?

Hala sessiz kalmakta ısrarlı mısınız?

Selamlar

http://www.kamusen.org.tr/haberler/sendikalarimizdan-haberler/2984-turk-buro-sen-kamuda-yasanan-insan-haklari-ihlallerini-rapor-haline-getirdi-

http://www.gazeteport.com.tr/GUNCEL/NEWS/GP_802679

21 Aralık 2010 Salı

Bir Zamanlar Bir Üniversite Varmış...

Bundan çok değil, 2 sene evvel çeşitli düzeylerde 5139 öğretim elemanına, 6292 idari personele, 60027 ön lisans/lisans/lisansüstü öğrenciye sahip olarak, ülkesinin en büyük devlet üniversitesi olan bir üniversite vardı. Üniversitenin bütçesi yaklaşık 850 milyon MÜP’dü (Masal Ülkesi Parası). Böylesine büyük insani ve ekonomik kaynaklarla hareket eden bu üniversite, gel zaman git zaman tüccar zihniyetli, gözü ülkesini peşkeş çekerek kendi küplerini doldurmakta olan AK Haramilerin iştahını kabartmaktaydı. Ne yapalım, ne edelim diye düşünen AK Haramiler, bütünüyle özelleştirmenin mümkün olmadığı üniversitede, ilk olarak yemekhanenin özelleştirilmesine karar verdiler. Bunu duyan işçiler-akademisyenler-öğrenciler şehir meydanında toplanarak güçlü bir yemekhane boykotu örgütlediler ancak özelleştirmeyi engelleyemediler. Özelleştirme sonucunda birçok işçi işini kaybetti ya da üniversitenin farklı birimlerine gönderildi.

Sonra bu üniversiteyi yönetecek "işinin ehli" biri aranmaya başladı, tabi ki AK Haramilere yakın birisi olmalıydı. Uygun aday belirlendi, planlı programlı, seçim dışı kontenjanlardan yerine yerleştirildi ve görevine besmeleyle başladı. İlk temizliğin zamanı gelmişti, bazı öğrenciler uzaklaştırma alıp üniversiteye bile giremiyorken, yandaş öğrenciler sadece kınama cezası ile kurtuluyorlardı. Korkutma politikasından sonra sıra sıradanlaştırma politikasındaydı. İkinci büyük adım Öğrenci Kültür Merkezi'nin (ÖKM) kapatılması oldu. Altmış binin üzerinde öğrencisi olan üniversitenin yegane nefes alma kaynağı olan müzik, sinema, tiyatro, fotograf, resim vd. alanlarda faaliyet gösteren ÖKM’ye bağlı kulüplerin kapatılması, okulun kültürel-sanatsal faaliyetlerinin bütünüyle durmasına yol açtı. Öğrenci kulüpleri yönergesiyle kulüplerin yeniden açılması inanılmaz boyutta bürokratik işlemlere bağlandı ve disiplin cezası almış öğrencilerin kulüp üyesi olmasının önüne geçildi. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi ÖKM’nin 1992’den beri kullandığı binası Uzaktan Eğitim Merkezi’ne devredildi. Böylece öğrencilerin sosyalleştikleri, çeşitli alanlarda kendilerini geliştirdikleri tek mekan tamamen devre dışı bırakıldı (Neden şaşırdınız? Sanat insanı özgür kılmaz mı? Engellenmesi lazım!!!)

Son adım olan özelleştirmelerin tamamlanması için altyapı hazırlıkları hızlandırıldı. Artık üniversitenin her yeri "yap-işlet-devret" modeline geçecek, otoparklar paralı olacak, üniversitelerin çeşitli alanlarına sponsorlar bulunacaktı. Bu adımlar tamamlandıktan sonra ise aynı düşünce tarzıyla yetişmiş üniversite mezunu yeni nesillerimiz ile her geçen gün daha AK günlere kavuşacaktı.

Masalın aslını okumak isterseniz :
http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/akp-istanbul-universitesini-donustururken-haberi-37109  

Selamlar

5 Aralık 2010 Pazar

76 yıldır seçiyoruz, seçiliyoruz...

Cumhuriyet Kadınları, 5 Aralık kutlu olsun! Türkiye'de tam 76 sene önce, 5 Aralık 1934 tarihinde yürülüğe giren kanunla kadınlar milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuştu.

Bugün merakla bekliyorum, bakalım hangi yazarlarımız, gazetecilerimiz, hangi televizyon kanallarımız, hangi programlarımız bu önemli tarihsel adımı hatırlayacak, hangileri kutlayacak, yorum yapacak...

76 yıl önce bu hakkı elde etmiş kadınlarımızın bugünkü durumuna bir bakarsak içler acısı, bugün türban özgürleşmenin bir simgesi olarak görülürken, kaç kadınımız sadece türban taktıkları için seçilebilir sınıfına sokulduklarının farkında acaba? Bu tip siyasi oyunlara hizmet etmeden, kadın olarak varolmanın önemini ne zaman anlayacaklar?

Son 7 yılda kadın cinayetlerinin % 1400 arttığı bir ülkede yaşıyoruz, her sene 900'ün üzerinde kadınımız çoğunlukla "namus cinayeti" olan cinayetlere kurban gidiyor. Oran çok yüksek ama ülkemizde her 4 kadından birisinin fiziksel, ekonomik, ruhsal, sosyal ve cinsel şiddet mağduru olduğu rapor ediliyor. Son 7 yılda bu artış neyin göstergesi? Daha da özgürleştiğimizin mi yoksa gitgide 2. sınıf vatandaş statüsüne yerleştirilmeye çalışılmasına karşı verdiğimiz mücadelenin kayıplarının mı? Bu mücadeleyi kayıp mı edeceğiz? Etmemeliyiz, daha da bilinçlenip, yetiştirdiğimiz, ulaşabildiğimiz tüm kişilere bunları anlatmalıyız. İşte bu yüzden

KADINLARIMIZ ERKEKLERDEN DAHA ÇOK AYDIN ,DAHA ÇOK FEYİZLİ ve DAHA FAZLA BİLGİLİ OLMAYA MECBURDURLAR...


Herkese iyi pazarlar,

Selamlar

4 Aralık 2010 Cumartesi

Gitti Gidiyor!!!

Kapanın elinde kalıyor memleketim. Her şey peşkeş çekilebilecek, satışa çıkarılabilecekmiş gibi pazarlanıyor veya en azından pazarlanmaya hazır hale getiriliyor. İnsanın ağzını açık bırakan son olay ise 102 yıllık tarihi olan ve 1. grup korunması gereken yapılarımızdan Haydarpaşa Garı'nın yanması. Tam bir şaklabanlık, tam bir yüzsüzlük, tam bir planlı-programlı, önceden her şeyin belirlendiği düzmece...

Olayın başlangıcı, önlem alınmamış olması, müdahalenin gecikmesi, havadan müdahale yapılmaması, sonrasında yapılan açıklamalar vs. insanın tüylerini ürpertiyor, resmen parça parça memleketimizin satışa çıkarılmasının adımlarını gözler önüne seriyor...

Ama ne oldu? Yandı bitti gitti kül oldu, unuttuk... Her şeyi unuttuğumuz gibi bunu da konuşmuyoruz artık. Şimdi başka gündemlerimiz var.

Bu sefer vereceğim link, konuyla ilgili Okan Bayülgen'in programında okuduğu açık mektup. Lütfen seyredin, paylaşın :

http://video.milliyet.com.tr/Bayulgenin-aciklamasi-izleme-rekorlari-kiriyor_1_45815.htm?auto=1

Unutulmasına izin vermeyelim,

Selamlar

23 Kasım 2010 Salı

Yaşasın Demokrasi!

Demokrasiyi kullanmak ile demokrasiyi sevmek arasında büyük fark olduğunu anlayalı epey oldu. Özellikle de şu son 8 yıldır yaşayarak öğrendik. Demokrasi gibi bir olgu nasıl dönüştürülür, nasıl yandaşların için bulunmaz bir nimet, karşıt fikirlilerin için bir kabus haline getirilir, maalesef örnekleriyle gördük...

Bugün okuduğum bir haber ise son örnek sanırım, belki görmemişsinizdir, haberdar olmanızı istedim :

http://www.ntvmsnbc.com/id/25152761

2 senelik gözaltı süresi, ardından verilen 1 sene 3 ay hapis cezası. Cezayı erteleme ama 5 sene içerisinde başka suç işlenirse hapis... Gerçi karikatürleri bile tek tek dava etmekten çekinmeyen bir kişinin yönetimindeki bir hükümet var şu anda ülkemizde. Başka bir şey beklemek saflık olurdu galiba...

Fikir beyan etme! Düşüncelerini kendine sakla! İstenilen tarafta ol ki bertaraf olma! Protesto mu, sakın haaa!!! Sonra demokrasi mağduru olursun...

Selamlar

22 Kasım 2010 Pazartesi

Ardındaki Düşünce Nedir?

Kasım başında yapılan Milli Eğitim Şurasında alınan kararların bazılarını sizlere sıralamak istiyorum :
  •  8 yıllık zorunlu eğitim 13 yıla uzatıldı : Zorunlu eğitim 1 yıl okul öncesi, 4 yıl temel, 4 yıl yönlendirme ve ortaöğretime hazırlık, 4 yıl da ortaöğretim olarak 13 yıla çıkartıldı. Bu süreçle, kapatılan imam hatip liselerinin ortaokul kısımlarının yeniden açılması sağlandı. Kabul gören öneriye göre aileler, ilköğretim 5. sınıftan mezun olan öğrenciyi ister meslek lisesine, ister genel liseye, ister imam hatip lisesine gönderebilecek.
  • "Andımız" ve İstiklal Marşı zorunlu olmaktan çıkartıldı. Madde şöyle : “Törenler ve toplantılar; paylaşma, bütünleşme, denetim ve kontrol mekanizmaları olup okul yönetimi tarafından kültürü etkileme, değiştirme ve yeni değerlerin paylaşılması amacıyla rutin ve zoraki katılıma dayalı etkinlikler olmaktan çıkarılıp yoğun olarak ortak duygu ve değerlerin paylaşımını sağlayacak şekilde düzenlenmelidir.”
  • Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin çoğulcu bir anlayışla tüm öğretim kurumlarında daha etkin olarak okutulması önerisi de kurul gündemine getirildi. Alevilerin din dersinden muaf olma isteği, bu önerinin kabulü ile rafa kalkmış oldu. Eğitim Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu’nun “din dersinin ilk ve ortaöğretimin tüm sınıflarında daha etkin olarak okutulması” önerisi kabul gördü. Böylece ilköğretim 4. sınıfta okutulmaya başlanan din dersinin birinci sınıfa kadar indirilmesi gündemde. “Din dersi seçmeli olsun” önerisi de kabul edildi.
Vatana millete hayırlı olsun, bize "yetmez ama müstahak"!!!
Selamlar

21 Kasım 2010 Pazar

Benim Hala Umudum Var!

Polyanna değilim... Ama benim hala umudum var... Ülkemin geleceği ile ilgili kötümser olmak istemiyorum, bu ülkede değer verdiğim çok şey var... Türk'üm demekten gurur duyuyorum, Atatürk'çü olmaktan gurur duyuyorum, bir çok millete ilham vermiş, ders olarak okutulabilen bir tarihe sahip olmaktan gurur duyuyorum...

Günün birinde sahip olacağım çocuklarıma anlatacağım şeyler var... RTE salık verdiği için değil, kalabalık aile sevdiğim için eğer 3 çocuk yaparsam, onları da ailemin beni yetiştirdiği gibi yetiştirip özgür iradeye inanan, kendini ifade edebilen, sağlam, yine Atatürk'çü, demokrat bireyler olarak yetiştireceğim... Üzgünüm, onlar da (umarım benim kadar geç akılları başlarına gelmez) bu ülkenin geleceği için birşeyler yapacaklar, aydınlanmaya, farkındalığa doğru bireysel de olsa bazı adımlar atacaklar... Bu gidişata dur diyecekler ve umarım kendi doğmamış çocukları için endişelenmelerine gerek kalmayacak...

Evet benim hala umudum var, Türkiye muasır medeniyetler seviyesine ulaşır... Ben, siz, biz, bizim gibi düşünenler ne zaman bizim gibi düşünmeyenler kadar yüksek sesle konuşur, fikirlerini beyan eder, hakkımız olanı talep ederse o zaman bir adım atmış oluruz... Memleketi peşkeş çekenlere seyirci kalarak, her yapılan değişikliği sindirerek, duruma adapte olarak ise sadece süreci hızlandırır, sonunda da "Nasıl bu duruma düştük?" diye hayıflanırız...

Bugün vereceğim rakam, bilgi, paylaşacağım bir bağlantı yok... Bugün sadece içimdeki umudun varlığını sizlerle paylaşma hevesi var...

Herkese iyi bir hafta diliyorum,

Selamlar

20 Kasım 2010 Cumartesi

Gitmek İstiyorum, Yol Yok!

Bugün tam 11 saatini yolda / trafikte geçirmiş biri olarak blogumun başına geçiyorum... Ülkemizde maalesef gidilecek yol yok, özellikle son zamanlarda gezilerini sıklaştırmış biri olarak her seferinde ayrı bir macera yaşamaktan bunalan birisi olarak bu tespitte bulunuyorum...

Bugün tam 733 km.lik yolun neredeyse 380 km.sini yol çalışması nedeniyle tek şerit olarak gittik... Bu yolun yılın büyük kısmında hala onarımda veya yenilenmede olması çok garip değil mi? Hadi onarılıyor, yenileniyor, bu yollar bizde kaç sene dayanıyor? Ya da dayanmıyor?... Almanya'da otobanların 15-17 sene kadar yenilenmeye ihtiyaç duyulmadan kullanıldığını okumuştum... Bizim maaşlardan kesilen vergilerin nereye gittiğini merak edenlere işte ilk cevap alternatifi...

Yol yenileme çalışmalarının yanısıra, işaretlerin eksikliği, yönlendirici levhaların yokluğu, üstüne üstlük emniyet şeridi kullanma hastalığı, takip mesafesinden sollama - sağlamalar vs. ile beraber insanın trafiğe çıktığında çıldırmaması işten değil...

Buyrun kendiniz okuyun, maalesef bayramda trafiğe 105 can vermişiz :

http://www.ntvmsnbc.com/id/25152157/

Şanslılardanız galiba, 11 saat sonra da olsa evimize varabildik...

Hepinizin sevdiklerine sağ salim kavuşmanız dileğiyle,

Selamlar

16 Kasım 2010 Salı

"İş var İşçi yok!" mu???

Az önce ntvmsnbc'den bir haber okudum... Haberin başlığı "İş var İşçi yok!" idi... Açtığımdan beri blogumun ana konularından biri haline gelen işsizlik, yoksulluk ile ilgili karşı bir görüş var demek ki diye okudum... Utanıyorum, bu şekilde bir haber yapılmış olmasından, bu kadar enayi yerine konmaktan utanıyorum... Bahsedilen iş kereste işçiliği, bahsedilen maaş net olmamakla beraber (kurs sırasında günde 15 TL. verdiklerine göre) sanırım asgari ücret olacak, hala başvuran yok diye haberlere çıkıyor, Türkiye'deki en büyük sorunlardan birisinin boyutu değiştirilmeye çalışılıyor...

Şimdi soruyorum size, kim bu kas kuvvetine dayanan işçiliği, asgari ücrete tabi olarak kabul etmeyi, sigortasız olsa da, eline geçen daha fazla olacağı için gündelik bir işe tercih eder??? Hele de evde bekleyenler var ise...

Kriz bahanesiyle binlerce kişinin işten çıkartıldığı, işsizliğin yüksek olması nedeniyle "gidenin yerine bulunur" mantığının iyice yerleştiği, işgücünün en ucuz, beyin gücü beklentisinin ise hayli yüksek seviyede olduğu bir ülkede yaşamak zorunda bırakılıyoruz... Buna rağmen hala işsizlik oranımız her 5 kişiden birinin işsiz olduğunu gösteriyor...

Lütfen bu tip haberlerle daha fazla kirlilik yaratmayın, alet olmayın... Biraz sağduyunuz var ise bu haberlere karşı düşüncelerinizi bildiren yorumlar yapın, erinmeyin, çekinmeyin... Söz söyleme hakkımız var, yorum yapma hakkımız var... Kullanalım, kullanalım ki bir çok şeyin farkında olduğumuzu bilsinler...

Haberin linki ekte : http://www.ntvmsnbc.com/id/25151553

Herkese iyi bayramlar,

Selamlar

12 Kasım 2010 Cuma

İşsizlik azaldı diyenlere inat, gerçek rakamlar...

Bugün yayınlanan rapora göre Genç Nüfusta İşsizlik oranımız Temmuz ayı sonunda %19 iken, Eylül ayı itibariyle %20'lere ulaştı...

Biz bunların hesabını soracağımız yerde hala "İlkokulda Türban" tartışmasına çekilmeye çalışılan bir toplumuz, farkında mısınız? Gündemi değiştirmek bizi oyalamanın en geçerli yolu maalesef... Rakamlar istenildiği şekilde anons edilebilir, nüfus artışı olmasından dolayı toplam işsizlik oranı azalmış gibi görünse de, istihdam hala yeterli düzeyde olmadığı için, her ay belli bir oranda genç işsizler arttığı için bence hala temel sorunlarımıza çözüm yok...

Raporun özetini tablo olarak buraya alıyorum, tamamını görebileceğiniz linki de her zamanki gibi ekliyorum.

http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=6355

Bize sunulması gereken temel şeyleri talep etmekten vazgeçmeyelim, tartışılması gereken konuları biz belirleyelim, bize dayatılanlara kanmayalım...

Selamlar


TÜRKİYE


KENT


KIR
2009
2010
2009
2010
2009
2010
Kurumsal olmayan nüfus (000)
70 639
71 440

48 793
49 216

21 846
22 224
15 ve daha yukarı yaştaki nüfus (000)
51 789
52 645
36 282
36 615
15 507
16 030
İşgücü (000)
25 537
26 166
16 879
17 279
8 657
8 887
    İstihdam (000)
22 108
23 195
14 095
14 856
8 013
8 339
    İşsiz (000)
3 429
2 971
2 784
2 423
644
548
İşgücüne katılma oranı (%)
49,3
49,7
46,5
47,2
55,8
55,4
İstihdam oranı (%)
42,7
44,1
38,8
40,6
51,7
52,0
İşsizlik oranı (%)
13,4
11,4
16,5
14,0
7,4
6,2
    Tarım dışı işsizlik oranı (%)
17,0
14,5
17,0
14,5
17,2
14,1
    Genç nüfusta işsizlik oranı(1)(%)
23,5
21,1
27,8
25,6
15,1
12,7
İşgücüne dahil olmayanlar (000)
26 252
26 478
19 402
19 336
6 850
7 143
(1) 15-24 yaş grubundaki nüfus 
Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.

11 Kasım 2010 Perşembe

Seninki Kaç Santim?

Yoksulluğun nedenlerini sayarken "Çevresel Nedenler"den bahsetmiştik... İşte tam bu konunun üzerine, Greenpeace tarafından şu anda hemen her sosyal ağda rastlayabileceğiniz bir kampanya yürütülüyor : "Seninki Kaç Santim?"...

Gülümsediğinizi görür gibiyim, hadi bi tıklayın bakalım, nelere yol açıyoruz...

http://www.kacsantim.org/?sms_ss=facebook&at_xt=4cdc50fbd34bf83a%2C0

Gitgide küçülen boyutlardan biz sorumluyuz, "Önemli olan boyu değil işlevi" masalına inanmayın, boy olmazsa işlev olmuyormuş... Okuyun, göreceksiniz, merak edin, öğrenin, ilgilenin, yorum yapın, katılın...

Selamlar

10 Kasım 2010 Çarşamba

1881-193∞

Bu sabah saat 09.03 civarında işyerimdeki asansör trafiğini görmeliydiniz... Hepimiz geç kalmadan aşağıya inebilmek için balık istifi şeklindeydik... Aşağıya indiğimde gördüğüm manzara karşısında hem şaşırdım, hem de duygulandım... Çok kalabalıktık, hemen aklımda blog başlığımdaki sorunun cevabı beliriverdi : "Demek ki buralardalarmış!" dedim kendi kendime... Yüzümde bir gülümseme belirdi...

Her 10 Kasım'da olduğu gibi başımı öne eğmemeye çalışarak sirenler, kornalar bitene kadar bekledim... Bu sene daha da bir anlamlı geldi bu duruşumuz... Saygı duruşundan da öte, nelere, kimlere karşı olduğu çok belli olan bu duruşumuz...

Umarım siz de bir yerlerde aynı şeyleri hissetmişsinizdir... Eğer hissettiyseniz, buyrun, izlemeden geçmeyin :

http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/39200-yasam-dolmabahce-den-anitkabir-e/

Selamlar

3 Kasım 2010 Çarşamba

Bir şeyler değişiyor mu ne?

Yoksulluğa biraz ara verelim... Bugünkü sorum : Değişmeli miyiz?... Değişmek umut verir, değişmek heyecan verir, değişmek tazelik getirir...

Senelerin pasını atar, uykudan uyandırır... Değişmeyenleri görüp, bıkan, pes eden kişilere "acaba?" dedirtir... "Böyle gelmiş, böyle gider"cilere ders olur, hatta bazılarına örnek olur...

Değişime ön ayak olanın işi zordur, eskiler her zaman rahatsızlık verir... Temizlemek gerekir... Eski - yeni herkesi ikna etmek gerekir, emek harcamak gerekir... Değişimi başlatanın, cesaretten de öte, bilgisi ve inancı vardır... Değişimin sonuçlarını önceden tahmin edip, getirilerini görüp, buna gönül vermiş olmak gerekir... Kimse inanmadığı bir şey için, bu kadar zahmete katlanmak istemez...

Bugün, güzel bir değişime tanık oluyoruz, ümitler artıyor... Destek gerekiyor, kimse bu derecede büyük ve ihtiyaç duyulan bir değişimi tek başına sırtlayamaz... Ben kendi adıma verebileceğim tüm desteği sağlamaya kararlıyım... Ya siz???

http://www.facebook.com/?ref=home#!/video/video.php?v=458927807489

Yasamak bir ağaç gibi, tek ve hür,
Ve bir orman gibi kardeşçesine,
Bu hasret bizim!

Selamlar

1 Kasım 2010 Pazartesi

Yoksulluk Nedenleri - 2 (Türkiye'de yoksul muyuz, yoksa yoksullaştırılıyor muyuz?)

Yoksulluğun ana nedenlerinden biri olarak "Ekonomik Nedenler"den bahsetmiştik. Bu ekonomik nedenlerin başında işsizlik gelmekte. Temmuz 2010 verilerine bakarsak "Genç Nüfusta İşsizlik Oranı"nın hala % 19,5 seviyelerinde olduğunu kolayca görebiliriz.

         Türkiye
Tem.10Tem.09
Kurumsal olmayan nüfus (000) 71 372  70 571 
15 ve daha yukarı yaştaki nüfus (000) 52 572  51 714 
İşgücü (000) 26 260  25 480 
İstihdam (000) 23 478  22 213 
İşsiz (000) 2 782  3 267 
İşgücüne katılma oranı (%)    50,0        49,3   
İstihdam oranı (%)    44,7        43,0   
İşsizlik oranı (%)    10,6        12,8   
Tarım dışı işsizlik oranı (%)    13,6        16,3   
Genç nüfusta işsizlik oranı(*)(%)    19,5        23,2   
İşgücüne dahil olmayanlar (000) 26 312  26 234 

Gelir dağılımının düzeltilmesi için planlar yapılmadıkça, kalkınma planları uygulanabilir olmadıkça, gerekli kaynaklar oluşturulmadıkça bu oranların aşağıya çekilmesi mümkün görülmemektedir. Burada kişisel çabalardan çok, yönetimlerin stratejilerinin belirlenmesi ve uygun politikaların hayata geçirilmesi daha etkili olacaktır. İşte tam bu noktada ihtiyacımız olan, hakkımız olan şeylerin eksikliklerinden yakınmaya başlayabiliriz.
Hükümetlerin yoksulluğu azaltma konusundaki çalışmaları açık ve net olmadıkça, toplumun tüm kesimlerine (sadece yandaşlara değil) yayılmadıkça, sadece iç politikalarda değil, dış politikalarda da güçlü bir irade göstermedikçe gerekli düzelmeler sağlanamaz.
Maalesef ülkemizde yoksulluğu kader olarak gören, her seçim öncesinde, bu yoksulluğuna çare olduğu düşüncesiyle yapılan tek seferlik yardımlar ile gözü boyanan, muhtaç olarak yaşadığı sürece işe yarayacağı bilinen ve kullanılan bir kesim mevcut. Bu kesimin bunun bir kader olmadığına ikna edilmesi, herkesin eşit hakkı olduğunun anlatılması ve haklarını aramaları sağlanması bence verilmesi gereken en büyük mücadeledir.  

Selamlar

30 Ekim 2010 Cumartesi

Yoksulluk Nedenleri - 1 (Türkiye'de yoksul muyuz, yoksa yoksullaştırılıyor muyuz?)

Yoksulluk maalesef ülkeden ülkeye, veya coğrafyadan coğrafyaya değişik nedenlerle ortaya çıkabilir. Yoksulluğun tanımı gibi, nedenleri de oldukça tartışılan bir konu ancak ana nedenlerini çevresel nedenler, ekonomik nedenler, siyasî nedenler ve toplumsal nedenler olarak sıralayabiliriz.

Bugünden başlayarak sırayla nedenleri sıralayıp, Türkiye'de bu nedenler mevcut mu yoksa yaratılıyor mu ona bakalım...

Yoksulluğa yol açan ilk grubu "Çevresel Nedenler" olarak belirlemiştik :
  1. Doğal afetler (oluşmasına engel olamayız ama hazırlıklı olursak sonrasındaki felaketlerden en az zararla kurtulabiliriz)
  2. Çölleşme, aşırı kuraklık vs... (bir kısmı 3. madde nedeniyle oluşabiliyor)
  3. İnsan tahribatına bağlı doğal yıkımlar (Ülkemizdeki orman tahribatına bağlı olarak oluşabilecek sorunları öğrenmek için lütfen http://www.tema.org.tr/ adresini ziyaret edin. Hatta mümkünse bir kaç dakikanızı ayırın, gönüllü olun)
  4. Coğrafi özellikler (tarıma elverişli olmayan bölgelerde görülebiliyor, ancak tarımın elverişli olduğu bölgelerde kullanılan yanlış gübreleme, aşırı su israfı, bölgede kıtlığa ve yoksulluğa neden olabilmekte)
Aslında durum yine içler acısı, insan faktörünün olduğu her yerde olduğu gibi, yanlış politikaların izlendiği bir ülkede, ne kadar verimli topraklarda yaşarsanız yaşayın, yine de yoksullaşabilirsiniz.

Talebimiz, tarım, hayvancılık, enerji üretimi vb. politikalarının daha bilinir olması, yapmamız gereken ise mümkün olabildiğince bu politikaların, bizler için, yani bu ülkede yaşayan vatandaşlar için en doğru şekilde yönlendirilmesi için görüşlerimizi bildirmektir.

Görüş bildirebilmemiz için ise konu hakkında bilgi sahibi olmak ve sesimizi duyurmak gereklidir. Hadi o zaman, okuyalım, öğrenelim, fikir yürütelim...

“Dünya, kötülükler yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.” Albert Einstein

Selamlar

25 Ekim 2010 Pazartesi

Yoksulluk nedir?Türkiye'de yoksul muyuz?

Yoksulluk veya fakirlik, günlük temel ihtiyaçların tamamını veya büyük bir kısmını karşılayacak yeterli gelire sahip olmama durumudur. Özellikle, yiyecek, içecek, barınma, giyim-kuşam gibi temel ihtiyaçlara zor erişmek veya erişememek yoksulluk olarak tanımlanabilmektedir. Ancak kimi gelişmiş ülkelerde bu tanımın standartlarında değişiklik görülmektedir.
Başka bir bakış açısıyla Yoksulluğun nasıl tanımlanması gerektiği öteden beri bir tartışma konusu olmakla beraber, genelde yoksulluğu iki boyutta ifadelendirmek mümkündür.
Mutlak yoksulluk, bir insanın yaşamını minimum seviyede sürdürebilmesine, yani biyolojik olarak kendini üretebilmesi için gerekli kalori ve diğer besin bileşenlerini sağlayacak beslenmeyi gerçekleştirmesine referansla tanımlanmaktadır. Bu temel ihtiyaçları karşılamaktan yoksun aynî ve nakdî geliri olanlar, mutlak yoksul olarak tanımlanmaktadırlar.
Göreli yoksulluk, kişinin bir toplumsal varlık olmasından hareket etmekte ve bir kişinin biyolojik olarak değil, toplumsal olarak kendini üretebilmesi için gerekli tüketim ve yaşam biçimi düzeyinin saptanmasını önermektedir. Bu durumda, belli bir toplumda kabul edilebilir en aşağı tüketim düzeyinin altında geliri olanlar göreli yoksul olarak tanımlanmak durumundadır.

Peki ya Türkiye'de rakamlar neleri göstermekte? Buna verilecek cevap için çeşitli linkler vereceğim ancak şu tablo durumu çok net özetleyecek sanırım :

 Ortalama Yıllık Ücret Geliri (1)Yıllık Asgari Temel Tüketim Harcaması (2)Ortalama Ücret / Asgari Temel Tüketim Harcaması (%)
199638968956
19977861.28361
19981.3692.42956
19992.3933.72064
20003.4685.51162
20014.9798.29360
20026.94712.30256
20038.77716.15254
200410.22317.61658
200510.85620.60453
200611.98622.51253


Kaynak: TÜİK Milli Gelir Bültenleri ve Türk-İş Yoksulluk Raporları kullanılarak hesaplanmıştır.
(1) Gelir yöntemi ile GSYİH’daki toplam ücret ödemeleri toplam istihdamdaki ücretlilere bölünerek elde edilmiştir.
(2) Türk-İş Yoksulluk Raporları verilerine göre dört kişilik bir ailenin asgari temel tüketim harcamasıdır.

Bu tabloda şunu çok net görüyoruz, maalesef ortalama yıllık ücretler, yıllık asgari temel tüketim harcamasının son yıllarda neredeyse yarısını karşılamaya yetiyor!

Buysa Türkiye için yeterli gördüğümüz, diğer bloglarımı okuma zahmetine girmeyiniz çünkü sıkılacaksınız. Eğer siz de "Bunda bir yanlışlık var, nasıl olabilir? Bir şey yapılabilir mi?" diye düşünmeye başlarsanız, ne mutlu bana...

Selamlar


Bazı ilgili linkler : http://www.turkis.org.tr/source.cms.docs/turkis.org.tr.ce/docs/file/aclikeylul10.pdf
http://www.tuik.gov.tr/AltKategori.do?ust_id=11

24 Ekim 2010 Pazar

Bilgi Edinme Hakkı Kanunu

Bugün Türkiye'de geçerli olan bir kanun var : Bilgi Edinme Hakkı Kanunu... Kaçımız bundan haberdarız veya kaçımız bunu kullanıyoruz bilemiyorum. İşin doğrusu, bunu şu anda nasıl kullanırız, onu ben de bilemiyorum... Gelin ilginizi çekiyorsa neymiş beraber öğrenelim, en azından yürüteceğimiz fikirlerde, takıldığımız noktalarda nereye, nasıl başvuracağımızı bilerek hareket ederiz.

Tabi uygulamada ne kadar geçerli olduğunu hep beraber göreceğiz, umarım görmek için girişimlerde bulunuruz.

http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.5.4982&sourceXmlSearch=&MevzuatIliski=0

23 Ekim 2010 Cumartesi

Neden Maslow ile başladık?

Bu blogu oluştururken şu günlerde bence en çok düşünmemiz gereken konulardan birisinde daha katılımcı olmak amacını güdüyorum... Memleket nereye gidiyor?

Kendimi, 35 yaşında ancak aklı başına gelmiş birisi olarak harekete geçmek zorunda hissediyorum. Bundan 5 sene sonra belki de geri dönüşü olmayan (ya da daha iyimser bakışla, geri dönmesi daha uzun sürecek) bir yolda ilerleyen Türkiye'de yaşıyor olacağız. Bunun için tam burada, şu noktada bir kesik atmak ve bu gidişata dur demek için neler yapılabileceği konusunda en azından fikirler üretmeye başlamak konusunda kararlıyım. Kimbilir senelerdir yattığımız, demokratik olma adına her şeye hoşgörülü yaklaştığımız bu uykumuzdan uyanıp, bir gün bu yüzlerce fikirden bir kaç tanesini hayata geçirebiliriz.

Maslow'un İhtiyaçlar teorisi benim başlangıç noktam çünkü şunu merak ediyorum : Yaşadığımız ülkede kaçımızın bu piramitte belirtilen ihtiyaçları olması gerektiği gibi karşılanıyor? Kaçımız bu ihtiyaçlarımızın karşılanması için yasal olarak haklarımızı bilerek talepte bulunuyoruz? Kaçımız bıkmadan usanmadan bu taleplerimizin peşine düşüp sonuca ulaşıyoruz?

Bu blogda zaman zaman bilgilendirme yapmayı istiyorum, zaman zaman tartışma yaratacağımı umuyorum. En azından bir adım atıyorum, diğer attığım / atacağım adımları da paylaşacağım.

Selamlar